3 Aralık 2012 Pazartesi

The Cave Of The Yellow Dog


Geçen seneden beri aklımda olan, bir şekilde sınırlarımı zorlayarak gitmek istediğim bir ülke Moğolistan.Bu aralar sürekli bir yerlerde karşıma çıkıyor.Atlas Dergisinin Kasım sayısında ise Moğolistan ile ilgili bir yazı vardı hatta.''Dukha Türkleri ile 2 ay çadırda kalmak.'' Çok enteresan bir deneyim, mutlaka okuyun.


Uçsuz bucaksız ve akıl almaz bozkırları, göçebe yaşamları, kırmızı yanaklı şirin  mi şirin çocukları, ren geyikleri, koca dağları, tarih kitaplarında okuduğumuz Orhun Anıtları ve Cengiz Han'ı ile hatırladığımız, yüz ölçümüne baktığınızda Türkiye'nin neredeyse iki katı olan fakat nüfusunun sadece 2,7 milyon civarında olduğu varsayılan bir  ülke Moğolistan. Belki turizm açısından çok fazla tercih edilmeyen bir yer olabilir fakat gezginlerin son zamanlarda oldukça rağbet gösterdiği bir ülke Moğolistan.
Orjinal adı Die Hohle Des Gelben Hundes, uluslararası adı ise The Cave Of The Yellos Dog olan 2005 yapımı bu eser geçenlerde izlediğim ve adeta Moğolistan'a gitmek aşkı ile yanıp tutuştuğum Alman/ Moğol ortak yapımı bir film.Aslında film de değil ufak bütçeli, belgesel tadında bir şaheser.O kadar samimi, o kadar büyüleyici bir atmosferi var ki.


Film, Moğolistan'ın kırsal kesiminde, göçebe çadır yaşamını sürderen 5 kişilik bir aile üzerinde yoğunlaşıyor.Aslında gerçek Moğol yaşamı anlatılıyor bu belgeselde.Göçebe çadır hayatını, günlük yapılan işleri, çocukların bozkırdaki oyunlarını, ailenin birbirleriyle olan iletişimlerini irdeliyor.Evin büyük kızı Nansalmaa ile bir inde bulduğu ve Zochor ismini verdiği köpek ile kurduğu yakınlık, köpeğe olan karşılıksız sevgisi ise görülmeye değer. Nansalmaa o kadar tatlı ve zeki bir kız ki açıkçası o yaştaki bir çocuğun bu kadar güzel oyunculuk sergilemesi epey etkiledi beni.''Film'' gibi değil de gündelik yaşam fark ettirilmeden kameraya alınmış ve ekrana yansıtılmış gibi.O kadar doğal ve bir o kadar gerçek ki.
Büyük şehirlerde, karmaşanın, küreselleşme ve kentleşmenin ortasında yaşamaya çalışan bizlerin boş şeyler çerçevesinde koştuğunu gözler önüne seriyor film.Fakat filmin sonunda maalesef aile de bu kentleşme gerçekliğinden nasibini alarak, şehre taşınma kararı alıyor.Belki geçerli sebepleri var fakat  sonuç olarak bu ailenin bir devlete ve de bir sistemin çıkarlarına dahil olmaya ihtiyacı var mı ki?


İyi Seyirler.


20 Nisan 2012 Cuma

Japon Sineması

Dünya sinemaları içinde çok özel bir yere sahip olan “Japon sineması” nedendir bilinmez sadece Akira Kurosawa ile anılıyor... Oysa Japonya sineması, büyük usta kurosawa’dan başka daha nice ustalar, nice önemli filmler kazandırmıştır dünya sinemasına.
Son yıllarda batının birçok film’i özgün Japon sinemasından alıntıdır. Özellikle korku türünde başarılı senaryolara imza atan Japon senaristler Hollywood’un birçok yapımına ilham kaynağı olmuştur.
Akira kurosawa gibi dev bir ustaya sahip bu ülke sineması şimdilerde özellikle korku ve gerilim filmleriyle yükselip zirvede yerini almış durumda. Hideo Nakata , Takeshi Miike , Takeshi Kitano gibi yaratıcı yönetmenler korku sinemasının klasik ögelerini kendi zengin kültürleriyle geliştirip ortaya mükemmel yapıtlar çıkarıyor.


Önemli Yönetmenler ve Filmografileri
Anno, Hideaki – IMDB
Fujita, Toshiya – IMDB
Fukasaku, Kinji – IMDB / MidnightEye
Imamura, Shohei – IMDB / Senses Of Cinema
Inagaki, Hiroshi – IMDB
Ito, Shunya – IMDB
Kitano, Takeshi – IMDB / Senses Of Cinema
Kobayashi, Masaki- IMDB
Kurosawa, Akira – IMDB / Senses Of Cinema
Kurosawa, Kiyoshi – IMDB
Misumi, Kenji – IMDB
Miike, Takashi – IMDB
Mizoguchi, Kenji – IMDB / Senses Of Cinema
Oshima, Nagisa – IMDB / Senses Of Cinema
Ozu, Yasujiro – IMDB / MidnightEye / Senses Of Cinema
Shimizu, Hiroshi – IMDB / MidnightEye
Suzuki, Seijun – IMDB
Teshigahara, Hiroshi – IMDB / Senses Of Cinema
Tsukamoto, Shinya – IMDB
Yamada, Yoji – IMDB
Miyazaki, Hayao – IMDB
Oshii, Mamoru – IMDB
Ôtomo, Katsuhiro – IMDB
Takahata, Isao – IMDB
Watanabe, Shinichiro – IMDB
Ayrıca Anime konusunda en gelişmiş ülke olarak sinemaseverlerin karşısına çıkmaktadır. 
Bunlara ek olarak anime tarzında büyük bir hayran kitlesi yakalayan Death Note serisinin sinema versiyonunu uzakdoğu filmlerine merak salan izleyicilere özel olarak tavsiye ediyorum.
IMDB – 7.8/10
3 serilik bu yapım 36 bölümlük animenin film versiyonu olarak çekilmiş. İnanılmaz zekice hazırlanmış bir kurgusu var … 
Not: Japonlar erotik film konusunda kendilerini o kadar aşmışlardır ki sektörün anasını ağlatmışlardır.
Detaylı bilgi


19 Nisan 2012 Perşembe

Happy Together

Nereden başlasam, nasıl anlatsam bilemiyorum...

Geçtiğimiz hafta izledim bu filmi.Çok uzun süredir, uzakdoğu klasörümde, izlenecekler arasında duruyordu.Kar Wai Wong'un yalnızca 2-3 filmini izlemiş biri olarak kendi kendime söz vermiştim önümüzdeki şu 2 hafta boyunca yönetmenin en çok yorum alan ve beğenilen filmlerini izleyeceğim diye.

Happy Together ile başladım.Öncesinde filme ait ne bir yorum okudum, ne bir sahne gördüm.Trailer bile izlemedim.Yalnızca puanına ve çok da basit olarak konusuna baktım.Önce filmin biraz konusuna değineyim sonra da bende yarattığı etkiye.


Orjinal ismi ''cheun gwong tsa sit'' olan Hong Kong'dan, Arjantin'e kadar uzanan bir hikayeyi anlatan bu film, 1997 yapımı buram buram old school görüntüler taşır.Ana karakterlerimiz Ho Po-wing ve Lai Yiu-fai eşcinsel bir çifttir.Hong Kong'dan Arjantin'e gelerek Buenos Aires'te yaşamaya başlarlar.Aslında amaçları Iguazu Şelalesine gitmektir.Aralarında bir takım sorunlar yaşayan çift, sürekli barışıp, ayrılırlar.Filmin başından itibaren bu durumu defalarca yaşıyoruz.Filmin sonunda ise ''Happy together'' 'ın ne anlama geldiğini anlıyoruz aslında.

Ho Po-wing aslında hep sorunu yaşatan kişi.Hani bazı ilişkiler çıkara ya da anlık hazlara bağlıdır ya.İşte  Ho Po-wing karakteri gerçekten böyle bir durumda bu ilişkide.Sürekli sorunlar çıkaran ama sonunda hiç bir şey yaşanmamış gibi ''yeniden başlayalım'' diyen taraf oluyor.Ama ilişkiye başladıktan sonra ise sorumsuzca davranmaya devam eden, sevdiğinin kıymetini de bilmeyen taraf.


Lai Yiu-fai ise ilişkiyi sahiplenen, gerçekten seven, sevdiği kişi ile zaman geçirmekten aldığı hazzı hiç bir şeyde bulamayan, adeta yavrusunu seven, besleyen, kollayan bir anne şefkati ile sevdiği adama bağlanmış bir karakter.Film boyunca Lai yiu'ya üzülüyorsunuz, onun bu ilişkide yaşanan sorunları hak etmediğini düşünüyorsunuz ama gerçekten gerçek hayatta olan ve bir çok insanın yaşadığı şeyleri gözümüze gözümüze sokan Kaw Wai Wong'un bu filmde anlattığı hikayede sizi en çok cezbedecek şeyi size söyleyeyim; Bu ilişkiyi sadece ''Eşcinsel'' kategorisinde değil normal bir ilişki gibi bize aktarmış olması.Yani nasıl desem hani bir çok eşcinsel temalı film vardır.Gay'lerin günlük hayatını, birbirlerini nasıl tavladıklarını irdeleyen ve direk ''seks'' teması ile öne çıkan.İşte bu tam tersi.Ve az çok başınızdan geçen bir ilişkide başınıza benzer şeyler gelmişse, bu film sizi mahvedebilir.


Seks dışında bir insana yemek yapmayı, beraber yemek yemeyi, saatlerce, hiç bir şey yapmadan, tek kelime etmeden anlaşabilmeyi, gözlerinin içine bakabilmeyi, beraber hayattan zevk almayı isteyen taraf Lai Yiu.

Mesela bazı sahneler var spoiler'a girebilir ama anlatmak istiyorum.Misal aşağıdaki sahne'de şöyle bir şey oluyor.Ho po-wing dayak yemiş ve şehirde sığınabileceği tek yer tabii ki Lai yiu-fai'nin yanı.Her ne kadar tekrar bu zorlu ilişkiye başlamak istemese de sevdiği için elinden bir şey gelmiyor ve yine onu kabul ediyor.Günlerce ona bakıyor, yemek yapıyor.Bu sahnede de elleri bandajlı olduğu için sigara içemiyor.Lai yiu sigarasını içerken onun da canının çektiğini görüyor ve sevdiği adamın dudaklarına götürüyor sigarayı.Ho po ise bir fırt alıp mutlu oluyor ve sevgilisinin omzuna yatıveriyor ve ardından Asto piazolla giriyor...


Aslında çok sahne var anlatılması gereken.Ben en iyisi susayım ve size bırakayım hikayeyi.

Film adeta dantel gibi tek tek işlenmiş.Müzikler, geçiş sahneleri, ışıklar, çekim mekanları, Lai yiu'nun sigara içişleri, bakışları, çaresizliğini ve aşkını anlatan sahneleri...

Ve '' Burada ikimiz olmalıydık'' sahnesi ile mükemmel bir film.



Sanırım en kısa zamanda filmi tekrar ve tekrar izleyeceğim.

20 Mart 2012 Salı

Harmony

2010 yılı yapımı olan bir Güney Kore filmi ile daha yazılarımıza devam ediyoruz.


Afişten de dikkatinizi çekeceği gibi tanınmış bir isim var bu filmde.''Lost'' dizisinden tanıdığımız Yunjin Kim nam-ı diğer ''Sun'' başrolde oynuyor.

Harmony, farklı suçlar nedeni ile ceza evine düşmüş, bir arada yaşam mücadelesi vermeye çalışan kadın mahkumların hikayesini anlatan bir dram filmi.Yunjin kim ise ceza evine girdiği sırada hamile olması nedeni ile bebeğini ceza evinde doğurur.Yasalar gereği 18 aylık iken bebek evlatlık verilmek zorundadır ve bebeğini dışarıda bir gün olsa bile görebilmek için ceza evindeki kadınları ikna ederek bir koro kurar.Ne şans ki yıllar önce koro şefliği yapan bir mahkum bulunmaktadır koğuşlarında.Bu koro tüm kadın mahkumların hayatını değiştirmeye yetmiştir.Her anları beraber ve uyum içinde geçmeye başlamış, aralarında anlaşmazlık olan mahkumlar bile dostluk adımları atmışlardır.Sesi kötü olan, kendine güvenemeyen mahkumlar yüreklendirilerek herkese koroda  bir görev verilmiştir.Bu sayede Yunjin kim, bebeğini bir kere bile olsa dışarıda görmek hayali ile yanıp, tutuşur.


Kurdukları grup ceza evi yönetimini de etkilemiş, dışarıda konserler bile vermeye başlamışlardır.

Dram severlere önerebileceğim bir film.Her ne kadar daha iyi olabilir gözüyle baksam da, hikaye de yer yer kopukluklar olsa da bütününde sevebileceğiniz bir film olarak düşünüyorum.En azından mücadele, hayattan vazgeçmeme, bulunduğu koşullara boyun eğmeyen insanları anlatan bir film olması nedeni ile izlenmeye değer.

9 Şubat 2012 Perşembe

Howl's Moving Castle

Miyazaki klasiği Howl's Moving Castle ile Anime bölümümüze devam edelim.

Howl'un Yürüyen Şatosu ile etrafta duyabileceğiniz bu anime ''Aşk'' üzerine :)

Spirited away kadar görselliği yok belki ama konusu itibari ile oldukça keyifli dakikalar geçirtecek bir anime.


Filmimiz şapka dükkanındaki Sofi adlı kız ile başlıyor.Kendi Dünyası'nda yaşayan Sofi, kendini güzel bulmayan, hayatı her gün rutin şekilde yaşayan bir genç kızdır.Bir gün Çarşı'da kendisine sarkıntılık eden askerlerden kendisini koruyan ''Howl'' ile tanışır.Howl ise çapkın ve bir o kadar da yakışıklıdır.İster istemez bu durumdan etkilenir ve Howl'a karşı bir şeyler hissetmeye başlar.

Aynı gece Şapka Dükkanına döndüğü zaman ise kendisini kötü bir sürpriz beklemektedir.Zamanında Howl'a aşık olan fakat bir türlü cevap alamayan Kötülükler Cadısı tarafından büyülenir Sofi.Birden 90 yaşında  bir ihtiyar olmuştur.Kötülükler Cadısı'nın ise Howl'a sofi aracılığı ile bir mesajı vardır.


Kimsenin kendisini bu halde görmesini istemediği Sofi,  kasabadan çok çok uzaklara başının çaresine bakmak üzere evi terkeder.Bu yolculukta karşılaşacağı ''Korkuluk'' sayesinde kendisini Howl'un yürüyen şatosunda temizlikçi olarak bulur.

Sophie bir yandan aşkı, masumiyeti, kötülüğü, fedakarlığın ne demek olduğunu tadacaktır.Bir yandan Şato'da bulunan ateş cini Calcifer ile birlikte büyülerinden kurtulmayı ilke edinirler, diğer yandan da büyücüler arasında süregelen savaşı durdurmaya ve bu savaşta Howl'a destek olmak için ellerinden geleni yaparlar.

Bu Masal'ın sonunda her şeyin ''sevgi' ile çözülmesi ise, pek sürpriz değil :)


Dediğim gibi bu biraz Masalsı bir anime.Bir Dünya'dan başka bir Dünya'ya, farklı yerlere durmadan yolculuk yapıyorsunuz Yürüyen Şato ile.

Filmin en güzel noktası Kötülüğe kötülük ile cevap vermemek.Anlayış ve sevgi ile sanırım her şeyin üstesinden gelinebileceğini söylüyor hikaye bizlere.

Miyazaki denilince de akla gelen ilk 3-4 animeden birisi Howl's Moving Castle.

Dip not; Howl kadar da yakışıklı bir karakter görmedim ben :)



İyi Seyirler.

7 Şubat 2012 Salı

Spirited Away (Ruhların Kaçışı)


Uzak doğu Dünyası'nda, bilhassa Japonya'dan çıkan animelerin güzelliğini bilmeyen yoktur.Anime deyince de belli başlı yönetmenler akla gelir ki bunlardan birisi de Japon yönetmen Hayao Miyazaki.

Miyazaki'nin yazdığı, yönettiği, katkıda bulunduğu eserlerin haddi hesabı yok.Açıkçası yıllar önce bir kaç animesini izlemiş olan ben, bu aralar tekrar bu şaheserleri izlemeye karar verdim  ve baştan aşağı Miyazaki koleksiyonuna gömüldüm.Tüm eserlere şuradan ulaşabilirsiniz; Hayao Miyazaki

Gelelim bu yazıda bahsedeceğimiz filme.


Orjinal adı ''Sen to Chihiro no Kamikakushi'' olan fakat camiada ''Spirited Away'' olarak bilinen bu 2001 yılı yapımı güzel animenin senaryosu ve de yönetmenliği Miyazaki'ye ait.

Kısaca filmden bahsedecek olursak, Ailesi ile yeni bir yerleşim yerine taşınıcak olan Chihiro babasının kestirme bir yol denemesi sonucu kendilerini terkedilmiş, bir zamanların gözdesi olan bir eğlence parkında bulurlar.Babası ve annesi burada gördükleri sihirli yemekleri yemeleri sonucunda domuza dönüşürler.Chihiro Anne ve Babasını kurtarmak amacı ile bu yerde kalabilme savaşı verir.Etrafında cadılar, hayaletler, daha önce hiç görmediği yaratıklar ve gizemli büyücüler vardır.


Chihiro burada kalabilmek için kendisini kabul ettirmek ve kendisine bir iş bulmak zorundadır.Ancak bu aşamadan sonra Anne ve Babasına yardımcı olabilir ve bu yerden kurtulabilir.Film boyunca Chihiro'ya gizemli kişilik Haku eşilik edecek ve bu yerden kurtulmasına yardımcı olacaktır.

Chihiro bir yandan yeni girmiş olduğu bu Dünya'yı  tanımaya, buradaki ruhlarla iyi geçinmeye, kendisine verilen işe alışmaya çalışacak, bir yandan da Anne ve Babasına ulaşmaya çalışacak ve onları bu Dünya'dan kurtarmaya çalışırken başından geçirdiği maceraları keyifle izleyeceksiniz.

Film boyunca Miyazaki'nin nasıl bir hayalgücüne sahip olduğuna şaşıracaksınız.Kendinizi yaratılmış olan karakterleri ve onlara yüklenmiş olan anlamları anlamaya çalışırken bulabilirsiniz.

Ayrıca bu tür filmlerde mantık aramayın, hayalgücünde mantık olmaz!


Ayrıca sevginin her kapıyı açacağı, her kötülükle baş edebileceğini, her şeyin üstesinden gelebileceğini film alt metin olarak veriyor.Aslında filmi iyi analiz etmek lazım.Değişmekte olan insanlığa, tahrip edilen Dünya'ya karşı güzel karakter analizleri yapılmış.

Kısacası Çizgi film diyerek geçmemek lazım.Masalsı, mükemmel bir hikaye işlenmiş derinlerde.

Dip not olarak Bu animasyon, Oscar kazanan ilk anime olarak tarihe geçmiştir.


İyi Seyirler :)

5 Şubat 2012 Pazar

Dersu Uzala

Yapım: 1975  -  SSCB - Japonya
Tür: Dram,  Macera,
Süre: 141 dakika
Yönetmen: Akira Kurosawa,
Oyuncular: Dmitri Korshikov,  Maksim Munzuk,  Yuri Solomin,  Svetlana Danilchenko
Senaryo: Akira Kurosawa,  Yuri Nagibin,
Senaryo (Kitap): Akira Kurosawa,  Vladimir Arsenyev,  Yuri Nagibin,
Yapımcı: Yoichi Matsue,  Nikolai Sizov, 


Dersu Uzala
Akira Kurusava tarafından 1975 Sovyet - Japon ortak yapımı film. Filmden bahsetmeden önce ufak bir not geçirelim Kurusava hakkında; dönemin ekonomik şartlarındna etkilenen Kurusava film hazırlamak için parasız kalmış bu yüzden intihar eşiğine bile gelmiştir. sovyetlerin yardımıyla Kurusava kendini toparlar olmuş.






Filmimiz Rus yazar, kaşif ve botanikçi Vladimir Klavdiyeviç Arsenyev'in  1932 yılında Dersu Uzala adlı kitabından esinlenmiştir.
Dersu Uzala filmi uzun (141 dk) olmasının yanında ağır filmin içinde aşk, aksiyon ve gerilim türleri olmamasına rağmen izlenilmiyecek bir film olmadığını seyrederken anlıyorsunuz.
Dersu bilge bir avcıdır. Herşeyi billir; ötüşen kuşlardan sonra yağmurun dineceğini, ayak izlerine bakarak, gençlerin yürürken parmak ucuna bastığını yaşlıların ise topuklarına bastığın, bir kırık şişenin neler yapabileceğini. Dersu Güneşi de iyi bilir.
Kendinden sonra gelecekler için, pirinç tuz ve kibriti...
Dersu ağaç, rüzgar, ateş, toprak, kaplan ilede konuşur onlara insan gibi davranır.
Dersu saf ve naiftir, kaybedilmek istenmeyen bir dosttur.

2 Şubat 2012 Perşembe

Antarctic Journal

Yine uzun bir aradan sonra güzel bir film önerisi ile döneyim dedim.

Bu sefer önereceğim filmin orjinal adı Namgeuk-ilgi , Antarctic Journal olarak da biliniyor.2005 yapımı, Güney Kore Sineması'na ait bu film bir doğa yolculuğunda gelişen olayları konu ediniyor.


Kısaca filmden bahsedecek olursak, Antartika'ya giderek, soğukluğu -80° C'de olan erişilemeyen bölge olarak bilinen yere doğru gitmeye çalışan 6 Güney Kore'li dağcının başından geçen olayları anlatıyor.Dağcılar, 6 ay süren gün batımı dönemi gelmeden önce bu bölgeye ulaşarak, yolculuklarını tamamlamak istiyorlar.

Yolculuk sırasında bir arkadaşlarının zor şartlar sonucunda hastalanması ve geride kalması sebebi ile kaybediyorlar.Bu olayın yaşanması gizemli olayların başlangıcı oluyor.


Yıllar önce bu bölgede, aynı amacı gerçekleştirmek isteyen İngiliz dağcılara ait eşyalar ve hatta birisine ait bir ceset buluyorlar.Bir adet de bu macerayı anlatan, ama sayfaları okunmayan bir günlük buluyorlar.


Zor hava koşulları nedeni ile merkez ile bağlantılarını kaybediyorlar.Bu arada bir arkadaşlarını daha kaybeden ekip, yola 4 kişi olarak devam ediyor.Bir yandan bu noktadan sonra yolculuğa son vermek isteyen dağcılar varken, bir yandan da onlara karşı çıkan ve sonuna kadar bu yolculuğu sürdüreceklerini söyleyen Choi Do arasında çekişmeler baş gösterir.Filmin ilerleyen sahnelerinde Choi Do'nun bu yolculuk sırasında nasıl başka bir insan haline geldiğini, kendini kaybettiğini, ve ekip arkadaşlarını nasıl bir durum içine soktuğunu görmek mümkün.(Daha fazla detay vermeyeyim, yoksa spoiler yumurtlayacağım:) )


Başrol oyuncusu Kang-ho Song'u bir çok Güney Kore filminden tanıyoruz.(The host, Memories of murder, Sympathy for Mr. Vengeance, Thirst vs.) Canlandırdığı karakter her ne kadar filmin ilerleyen sahnelerinde insanı rahatsız etse de, rolünün hakkını verdiğiniz söyleyebiliriz.Fakat film hakkında tek eleştirim filmin sonunun  çok boş bırakıldığı.Beklemediğim şekilde bağlanmadı maalesef.Senaryo burada çok zayıf kalmış.Joon-ho Bong böyle yapmazdı ama inanın çok şaşırdım.

Yine de güzel bir psikolojik-gerilim sizi bekliyor.