7 Şubat 2012 Salı

Spirited Away (Ruhların Kaçışı)


Uzak doğu Dünyası'nda, bilhassa Japonya'dan çıkan animelerin güzelliğini bilmeyen yoktur.Anime deyince de belli başlı yönetmenler akla gelir ki bunlardan birisi de Japon yönetmen Hayao Miyazaki.

Miyazaki'nin yazdığı, yönettiği, katkıda bulunduğu eserlerin haddi hesabı yok.Açıkçası yıllar önce bir kaç animesini izlemiş olan ben, bu aralar tekrar bu şaheserleri izlemeye karar verdim  ve baştan aşağı Miyazaki koleksiyonuna gömüldüm.Tüm eserlere şuradan ulaşabilirsiniz; Hayao Miyazaki

Gelelim bu yazıda bahsedeceğimiz filme.


Orjinal adı ''Sen to Chihiro no Kamikakushi'' olan fakat camiada ''Spirited Away'' olarak bilinen bu 2001 yılı yapımı güzel animenin senaryosu ve de yönetmenliği Miyazaki'ye ait.

Kısaca filmden bahsedecek olursak, Ailesi ile yeni bir yerleşim yerine taşınıcak olan Chihiro babasının kestirme bir yol denemesi sonucu kendilerini terkedilmiş, bir zamanların gözdesi olan bir eğlence parkında bulurlar.Babası ve annesi burada gördükleri sihirli yemekleri yemeleri sonucunda domuza dönüşürler.Chihiro Anne ve Babasını kurtarmak amacı ile bu yerde kalabilme savaşı verir.Etrafında cadılar, hayaletler, daha önce hiç görmediği yaratıklar ve gizemli büyücüler vardır.


Chihiro burada kalabilmek için kendisini kabul ettirmek ve kendisine bir iş bulmak zorundadır.Ancak bu aşamadan sonra Anne ve Babasına yardımcı olabilir ve bu yerden kurtulabilir.Film boyunca Chihiro'ya gizemli kişilik Haku eşilik edecek ve bu yerden kurtulmasına yardımcı olacaktır.

Chihiro bir yandan yeni girmiş olduğu bu Dünya'yı  tanımaya, buradaki ruhlarla iyi geçinmeye, kendisine verilen işe alışmaya çalışacak, bir yandan da Anne ve Babasına ulaşmaya çalışacak ve onları bu Dünya'dan kurtarmaya çalışırken başından geçirdiği maceraları keyifle izleyeceksiniz.

Film boyunca Miyazaki'nin nasıl bir hayalgücüne sahip olduğuna şaşıracaksınız.Kendinizi yaratılmış olan karakterleri ve onlara yüklenmiş olan anlamları anlamaya çalışırken bulabilirsiniz.

Ayrıca bu tür filmlerde mantık aramayın, hayalgücünde mantık olmaz!


Ayrıca sevginin her kapıyı açacağı, her kötülükle baş edebileceğini, her şeyin üstesinden gelebileceğini film alt metin olarak veriyor.Aslında filmi iyi analiz etmek lazım.Değişmekte olan insanlığa, tahrip edilen Dünya'ya karşı güzel karakter analizleri yapılmış.

Kısacası Çizgi film diyerek geçmemek lazım.Masalsı, mükemmel bir hikaye işlenmiş derinlerde.

Dip not olarak Bu animasyon, Oscar kazanan ilk anime olarak tarihe geçmiştir.


İyi Seyirler :)

5 Şubat 2012 Pazar

Dersu Uzala

Yapım: 1975  -  SSCB - Japonya
Tür: Dram,  Macera,
Süre: 141 dakika
Yönetmen: Akira Kurosawa,
Oyuncular: Dmitri Korshikov,  Maksim Munzuk,  Yuri Solomin,  Svetlana Danilchenko
Senaryo: Akira Kurosawa,  Yuri Nagibin,
Senaryo (Kitap): Akira Kurosawa,  Vladimir Arsenyev,  Yuri Nagibin,
Yapımcı: Yoichi Matsue,  Nikolai Sizov, 


Dersu Uzala
Akira Kurusava tarafından 1975 Sovyet - Japon ortak yapımı film. Filmden bahsetmeden önce ufak bir not geçirelim Kurusava hakkında; dönemin ekonomik şartlarındna etkilenen Kurusava film hazırlamak için parasız kalmış bu yüzden intihar eşiğine bile gelmiştir. sovyetlerin yardımıyla Kurusava kendini toparlar olmuş.






Filmimiz Rus yazar, kaşif ve botanikçi Vladimir Klavdiyeviç Arsenyev'in  1932 yılında Dersu Uzala adlı kitabından esinlenmiştir.
Dersu Uzala filmi uzun (141 dk) olmasının yanında ağır filmin içinde aşk, aksiyon ve gerilim türleri olmamasına rağmen izlenilmiyecek bir film olmadığını seyrederken anlıyorsunuz.
Dersu bilge bir avcıdır. Herşeyi billir; ötüşen kuşlardan sonra yağmurun dineceğini, ayak izlerine bakarak, gençlerin yürürken parmak ucuna bastığını yaşlıların ise topuklarına bastığın, bir kırık şişenin neler yapabileceğini. Dersu Güneşi de iyi bilir.
Kendinden sonra gelecekler için, pirinç tuz ve kibriti...
Dersu ağaç, rüzgar, ateş, toprak, kaplan ilede konuşur onlara insan gibi davranır.
Dersu saf ve naiftir, kaybedilmek istenmeyen bir dosttur.

2 Şubat 2012 Perşembe

Antarctic Journal

Yine uzun bir aradan sonra güzel bir film önerisi ile döneyim dedim.

Bu sefer önereceğim filmin orjinal adı Namgeuk-ilgi , Antarctic Journal olarak da biliniyor.2005 yapımı, Güney Kore Sineması'na ait bu film bir doğa yolculuğunda gelişen olayları konu ediniyor.


Kısaca filmden bahsedecek olursak, Antartika'ya giderek, soğukluğu -80° C'de olan erişilemeyen bölge olarak bilinen yere doğru gitmeye çalışan 6 Güney Kore'li dağcının başından geçen olayları anlatıyor.Dağcılar, 6 ay süren gün batımı dönemi gelmeden önce bu bölgeye ulaşarak, yolculuklarını tamamlamak istiyorlar.

Yolculuk sırasında bir arkadaşlarının zor şartlar sonucunda hastalanması ve geride kalması sebebi ile kaybediyorlar.Bu olayın yaşanması gizemli olayların başlangıcı oluyor.


Yıllar önce bu bölgede, aynı amacı gerçekleştirmek isteyen İngiliz dağcılara ait eşyalar ve hatta birisine ait bir ceset buluyorlar.Bir adet de bu macerayı anlatan, ama sayfaları okunmayan bir günlük buluyorlar.


Zor hava koşulları nedeni ile merkez ile bağlantılarını kaybediyorlar.Bu arada bir arkadaşlarını daha kaybeden ekip, yola 4 kişi olarak devam ediyor.Bir yandan bu noktadan sonra yolculuğa son vermek isteyen dağcılar varken, bir yandan da onlara karşı çıkan ve sonuna kadar bu yolculuğu sürdüreceklerini söyleyen Choi Do arasında çekişmeler baş gösterir.Filmin ilerleyen sahnelerinde Choi Do'nun bu yolculuk sırasında nasıl başka bir insan haline geldiğini, kendini kaybettiğini, ve ekip arkadaşlarını nasıl bir durum içine soktuğunu görmek mümkün.(Daha fazla detay vermeyeyim, yoksa spoiler yumurtlayacağım:) )


Başrol oyuncusu Kang-ho Song'u bir çok Güney Kore filminden tanıyoruz.(The host, Memories of murder, Sympathy for Mr. Vengeance, Thirst vs.) Canlandırdığı karakter her ne kadar filmin ilerleyen sahnelerinde insanı rahatsız etse de, rolünün hakkını verdiğiniz söyleyebiliriz.Fakat film hakkında tek eleştirim filmin sonunun  çok boş bırakıldığı.Beklemediğim şekilde bağlanmadı maalesef.Senaryo burada çok zayıf kalmış.Joon-ho Bong böyle yapmazdı ama inanın çok şaşırdım.

Yine de güzel bir psikolojik-gerilim sizi bekliyor.

6 Aralık 2011 Salı

House of Flying Daggers

Uzun süredir blogu ihmal ettiğimin farkındayım.Naçizane önerilerimi epeydir yayınlayamadım.Biraz üşengeçlikten biraz da uzakdoğu sinemasına bu aralar uzak kaldığımdan sanırım bloga ilgi gösteremedim.

Şimdi size kısa bir süre önce izlediğim 2004 yapımı uzakdoğu sinemasını yakından takip edenlerin bildiği ''House Of Flying Daggers'' filmini önereceğim.



Orjinal adı ''Shi mian mai fu'' olarak geçen filmin öncelikle görsel bir şölen olduğunu belirtmekte fayda var.Hero filmini izlerken nasıl keyif alıyorsanız, defalarca o sahnelerde, o geçişlerde, o renklerde kendinizi kaybediyorsanız işte bu filmi izlemek için bir kaç neden size.Açıkçası kendime bu filmi  bu kadar geç izlediğim için kızıyorum.

Filmin konusu hakkında kısaca bilgi verecek olursam hikaye Çin'de geçmektedir.Var olan hükümdar güç kaybına uğramış ve büyük bir düşüş yaşamaktadır.Ülke bölünmek üzeredir ve hükümete karşı oluşan bir çok birlik halkı da kendi çerçevesinde örgütlemektedir.Bu birliklerin en büyüğü olan ''House of flying daggers'' kendi liderini kaybetmiş olsa da gücünden taviz vermemiştir.Hükümet içerisindeki ajanlara rağmen yeni liderleri hakkındaki tüm bilgiler sır gibi saklanmaktadır.



İmparator adına çalışan iki asker bu liderin kim olduğunu bulmakla görevlendirilirler ama bir kaç deneme sonrasında amaçlarına ulaşamayacaklarını anlayarak bir plan yaparlar.Planları ise Jin, kendini isyancı olarak göstererek, eski liderin kızı olarak sanılan Mei ile ilişki kuracak, Leo ise Jin ile irtibatı koparmayarak Jin'e destekte bulunacaktır.Mei ile yakınlaşarak, yeni lidere ulaşmaya çalışan Jin hesapta olmayan bir durum ile karşılaşır.Mei ile birbirlerine aşık olurlar.Kalan kısmı anlatmayayım her an spoiler yumurtlayabilirim:)


Kısacası bir Çin Masalı.Doğa manzaraları, dans sahneleri, dövüş sahneleri, ikili arasındaki sahneler, hele o müzikler... Belki konusu aman aman değil ama görsellik nefesinizi kesmeye değer.Yönetmen Yimou Zhang Hero ile nasıl bir iş çıkarmışsa bu filmde de olağanüstü performansını konuşturmuş.Size tavsiyem bu filmi geniş bir ekranda yüksek çözünürlülükte olan bir kalitede izlemeniz.O sahneleri, şiirsel anlatımı, Jin ve Mei'nin güzelliğini ufacık ekranlarınızda öldürmeyiniz :)

İyi Seyirler.

Torrent linki





5 Haziran 2011 Pazar

A Barefoot Dream (2010)

450 yıldan fazla süre, Doğu Timor Portekiz sömürgesiydi. 1975'de, bağımsızlıklarını kazanmalarından 9 gün sonra, Endonezya adayı... ...işgal etti ve 60.000 kişi öldü. 24 yıllık işgal sürecinde, halkın çeyreği, yani 200.000 kişi öldü. 1999'da, uluslararası örgütlerin bastırmasıyla... ...Endonezya adadan çekildi. Ancak, Endonezyalı milislerin bağımsızlık karşıtı savaşları yüzünden... ...binlerce insan öldü. Daha fazlası da evlerini kaybetti. 2002'de Doğu Timor sonunda bağımsız oldu. Ancak kin ve çatışmalar hala devam ediyor.

Filmimizde Koreli aktörler haricinde, geriye kalan tüm oyuncular acemidir.
Filmimiz Koreli bir antrenörünün ve Doğu Timor'daki oyuncularından esinlenerek hazırlanmıştır.

Kim Won-gwang para kazanmak için borç alıp Endenzoyada bir fabrika kurmuş olmasına rağmen kandırılmış ve iflas etmiştir. Yeni bir iş için Doğu Timora giden Kim Won-gwang kandırılman eşiğinden Kore büyük elçiliğinde çalışan Park kurtarmıştır. Büyük umutlarla gelen Kim Won-gwang hayal kırıklığına uğramış olmasına rağmen boş bir arsada yalın ayak futbol oynıyan
çocukların maçını seyretmeye başlar ve aklına bir fikir gelir. Bu fikir Spor ürünlerinin satıldığı bir dükkan açmaktır. Lakin unuttuğu birşey var halkın bir ekmek bile almaya gücü yokken,

pahalı malzemeleri nasıl satın alabileceği? Günde bir dolar karşılığında oyunculara ayakabı satmayı planlar. Tekrar hayal kırıklığına uğrayan Kim Won-gwang bu seferki amacı Ramos, Mottavio, Dooa  ve diğerlerini aynı takımda hazırlayıp Hiroşima'daki 30. Rivelino Kupasında oynatmaktır.

25 Mayıs 2011 Çarşamba

10 Adet Uzakdoğu Sinemasına Bir Bakış

Innocent Steps

Güney Kore’nin en iyi dans hocası olan karakterimiz, dans gösterisinin finalinde aynı zamanda gerçek hayatta eşi olan dans eşinin kendisini terk etmesinden sonra, yetmezmiş gibi komploya kurban giderek dizinden yaralanarak dans dünyasından ayrılıp sefilleri oynamaya başlamıştır. Çok ağır ruhsal travmalar geçirir ve hayatı alt üst olur. Öğretmenlik yaptığı dans okulunun sahibi bir gün Çin’den çok iyi bir dansçı getireceğini ve yarışmaya katılmasını söyler. Zoraki kabul eder. Çin’den güzel kızımız gelir. Ama anlaşılır ki, bu kız beklenen kız değildir, gelmesi beklenen kızın kız kardeşidir. Berbat şivesi yetmezmiş gibi, değil dans etmek; topuklu ayakkabı ile yürümekten bile acizdir. Olaylar birbirini kovalar ve üç aylık süre içerisinde yarışmaya katılması gereken bir dansçı yaratılması istenir kahramanımızdan. Sürükleyici bir konu, etkileyici dans kareografileri, her zamanki gibi rüyalarımıza girecek sevimlilikteki bir karakter ve aşkın bambaşka tarifini bizlere sunan ateşböcekleri.. Ateşböceği yumurtalarının büyüyüp ateşböceğine dönüşmelerini beklemek, aşkın kendine özgü acısı ve sabrını ifade eder aslında. Filmin nihayetinde ateşböceğinin, bir aşkın hikayesini epik bir havaya bürümesi etkileyici.

Invitation Only

Bir CEO’nun şoförlüğünü yapan kahramanımız, patronu tarafından özel bir davetiye yoluyla katılma imkanı olan özel bir partiye gönderilir. İş dünyasında adından söz ettiren ve önemli işler yapan şirketlerin önemli isimlerinin davet edildiği parti, bünyesine kattığı yeni üyelerin hayallerini hemen gerçekleştirmek gibi bir misyon edinmiştir. Kahramanımız da sevaplanır hayalin gerçekleşmesinden. Akabinde gerçekleşen olaylar ise şaşkınlık vericidir. Bu filmi baştan aşağıya izleyebilmek sağlam bir mide gerektiriyor..

Izo
Takashi Miike’nin belki de en anlaşılmaz, sinir bozucu ve sabır törpüsü filmidir. Film içeriğinde dünya tarihi, savaşlar, insan ırkının acımasızlığı ve kötülüğü, dinlerin etkisi, iyi ve kötünün savaşını anlatmak konusunda önemli mesajlar verse bile bunu kurguya dönüştürmesi, aksiyon görüntüleri, bazen geçmişte bazen gelecekte geçen zaman dalgalanmaları, 16. yüzyıldan 21.yüzyıla garip garip atlayışları derken sürrealist dokumaları anlaşılmaz dokunuşlar halini alıyor. Bana göre bu filmin bir numaralı yıldızı, film boyunca klasik gitarıyla muhteşem tınılar döktüren amcamızdır. Aslında önerilecek bir film değildir ama derin bir rahatsızlık, eziyet, absürdlük örneğine şahitlik etmek istiyorsanız göz atmanızda fayda var. “Bu ne yahu” deyip durdum filmi izlerken ama, izlemeyi düşünüp de hala izlemeyenler varsa ön izlenim olsun bu kısacık pasaj onlara.. Izocam berraklığı beklemeyin.

Neighbour No.13
Liseye giderken şerefsiz Akai ve arkadaşları tarafından sürekli iğrenç şakalara maruz kalan kahramanımız, bir gün aynı kavatların yüzüne asit dökmesi sebebiyle yüzü deforme olur. Aradan yıllar geçer. Şantiyede işçi olarak çalışan kahramanımız 13 numaralı dairede kalırken, şerefsiz Akai de aynı şantiyede ustabaşı olarak çalışmaktadır ve 23 numarada karısı ve çocuğuyla yaşamaktadır. Kahramanımız adeta şizofreniye bağlamıştır. Söz konusu şizofrenik durum sadece akıl sağlığı için değil, yüzünün şekli için de geçerlidir. İyiliğe bağlandığında bir sineği bile ezemez ve masum bir yüz şekline sahiptir. (Bkz. Afiş. İyi ve kötü yönüne atıfta bulunur.) Kötülüğe bağladığında ise tam bir gaddardır ve deforme olmuş suratıyla korku salar. Doğaüstü dokunuşlarıyla gizeme bağlayan film, inanılmaz bir intikam öyküsünden şaşırtıcı örneklemeler sergiliyor.

Memories Of Matsuko
Bana göre sinema tarihinin en muhteşem eserlerinden biridir. Dancer In The Dark, Amelie, Big Fish gibi filmlerin müptelası olan kişiler, bu filmin içeriğindeki yoğunluğa şahit olduklarında, hepsinden bir parça barındırdığını ve onların ötesinde bir saflıkla kaplı olduğunu göreceklerdir. Müzisyen olmak için Tokyo’ya kaçan ama başarılı olamayan kahramanımız, bir sabah uyanır uyanmaz baş ucunda babasını görür. Babası ona halasından bahseder. Acılı bir hayat yaşamıştır ve ölmüştür. Arkasında leş gibi ev bırakmıştır. Baba, oğlundan halasının evini temizlemesini ister. Kahramanımız halasının evini temizler ve akabinde onun hayatına dair her şeyi öğrenmeye başlar.

Matsuko’nun başından geçenlerin anlatıldığı film, resmen epik bir destan. Hayat, insanlar, sevdiği tüm insanlar darbelerini indirmiştir Matsuko’nun yüreğine. Ama o her seferinde sevmekten vazgeçmemiştir. Karşılıksız sevmiştir. Bir kamyon dolusu dayak yerken bile sevdiğine inanılmaz bağlanmıştır. Bu bir kadının hikayesi. İçinde bağlılık da var, yalnızlık ağıtı da. Bir hayat bir başkası için değiştirilmemelidir, birey olmak önemlidir ama Matsuko bunu bir türlü başaramamıştır. Koşulsuz sevmek ve her şeye rağmen affetmek Tanrı’ya özgüdür ama, Matsuko’nun hayatına göz attığınızda, onun yaratıcından ne eksiği olduğunu göreceksiniz. Muhteşem, muhteşem, muhteşem..Özellikle yüzü bir türlü gülmeyen babasını mutlu etmek için Matsuko’nun yaptığı bir mimik vardır ki, sırf babası mutlu olsun diye yıllar boyu o hareketi yapması ve bazen delilikle suçlanması muazzam bir andır. İşte o meşhur hareket:
Yatterman

Takashi Miike’nin çocuk filmi yaptığı pek görülmez ama yaparsa da ortaya fantastik, manyağa bağlamış, romantik, aksiyonların tavan yaptığı ve coşkulu bir eser çıkar. Film boyunca bir saniye dahi sıkılmazsınız ve filmin özünde iflah olmaz bir çocuksuluğun sinema perdesine yansıyışını görürsünüz. Miike gibi bir yönetmenin ne kadar görgüsüz olduğu malumunuz ama çocuksuluğundaki görgüsüzlük bir başka.

The Message (Feng Sheng)
Çin sinemasının muhteşem bir görsellik taşıdığı malumunuz. Çağlar öncesinin savaş filmlerini bize hangi perdeden ve çekim kalitesinden izlettiklerini biliyoruz. 1942 yılında Japonya tarafından işgal edilen Çin’de bir Japonya köpekliği söz konusudur ve bağımsızlığı kazanmak üzere yapılan her hamle Japon hükümetinin baskısıyla yalıtılmaya çalışılmaktadır. Çin’in önemli bir kurumunda çalışan dört kişi casusluk şüphesiyle göz altına alınırlar ve Usual Suspect tadında bir hikaye çıkar ortaya. Casus kim yahu diye aklımızı yerken muhteşem örülmüş bir hikaye bizleri esir alır. Hem de muazzam bir çekim tekniğiyle. Şiirsel bir film böyle olur. Adeta bir tablo tadında izlenen kareler böyle çekilir.

Bodyguards And Assassins
Bağımsızlık mücadeleleri ve faşizme başkaldırmak harika hikaye örgüleri sunar bize. Birçok toplumun ve ülkenin kendi içinde yaşadığı mihenk taşı dönemler vardır. Akabinde de dökülen kanlar sonucunda gelen devrimler. Peki Çin yeni bir cumhuriyeti nasıl kurmuştur? 1911’de Çin Devrimi ile Mançu hanedanlığının sona ermesini konu alan film, bir cumhuriyet kurmak isteyen Sun Yat Sen’in iktidarı ele geçirebilmesi için yandaşlarının nasıl çalıştığını, ne acılar çektiği ve ne kanlar döktüğünü tarihi dokunuşlarla anlatıyor. Filmin en güzel ve en vurucu tarafları, dikkatlice seçilmiş karakterler ve her karakterin etkileyici tavırlar ve fedakarlıklarıyla kalbimizi ısıtması. IP Man’den tanıdığımız Donnie Yen’in de rol aldığı film, muazzam dokunuşlara ve çok sürükleyici bir öyküye sahip. Bu bir dövüş filmi değil; fedakarlığın, özgürlük arayışının ve kanlı bir devrimin öyküsüdür. Zaten günümüz Çin Cumhuriyeti’nin kurucusu da Sun Yat Sen’dir. Film boyu bizlere sunulan özgürlükçü fikirlerin günümüz Çin dünyasında ne kadar farklı bir hal aldığı ilginç bir konu.

Tonari no Totoro (My Neighbour Totoro)
Ayı, hamster, baykuş, köstebek karışımı bir orman perisi bu kadar mı şirin olur? Bir Japon veledi bu kadar mı dişlenesi, yanağı sıkılası, döve döve sevilesi olur? Bilinmeyen bir film de değildir. İzlenme rekorları kırmış, muazzam bir animedir. Grave of the Firefly insanın ruhunu karartırken, minicik kalan yaşam sevincini elimizden alırken ve bizi dipsiz bir depresyon kuyusuna atarken, Tonari no Totoro başından sonuna kadar müthiş bir yaşam sevinci verir. Depresyon namına hiçbir şeyiniz kalmaz. Animenin içine girip sizin de rol kesesiniz gelir. Oradaki minik veledi ısırabilmek için her şeyimi verirdim. Bir film bu kadar neşeli, hayat dolu, müthiş etkileyici ve sevimli olabilir.

Totoro adı verilen devasa ama oldukça sevimli olan sadece çocuklara görülen bir orman perisiyle, annelerinin hastalığı nedeniyle üzüntülü olan iki küçük Japon çocuğunun başından geçenlerin anlatıldığı hikaye, bu iki kızın babalarıyla yeni bir köye taşınmalarıyla başlar. Öyle fantastik ve sevimli öğeler içerir ki “kedi otobüsü” gördüğümde, özellikle içindeki o rahatlığa şahitlik ettiğimde şok geçirmiştim. Miyazaki Hayao babanın bir çok anime filmi kusursuza yakındır. Hatta kusursuzdur. Spirited Away ve Princess Mononoke diğer bilindik eserleridir. Özellikle Princess Mononoke’deki orman perileri de beni benden almıştı. Muazzam sevimli karakterler yaratıyor Miyazaki baba.. Eğer canınız sıkılmışsa, depresyona girmişseniz ve yaşam sevincinizi kaybetmişseniz alın başa izleyin. Tekrar tekrar izleyin..

Gel de dişleme ulan!!! Baldırına baldırına geçireceksin dişlerini, bezini yesinler ulan bebiş :)



Zebraman
Yine Takashi Miike, yine muazzam eğlenceli bir film ve yine arıza bir hikaye örgüsü. Kendi içinde sıkışıp kalmış ve adeta bir ezik hayatı yaşayan, öğrencilerince iplenmeyen orta yaşlı bir öğretmenin süper kahraman haline dönüşünün anlatıldığı film, şu ana kadar izlediğim en eğlenceli ve komik süper kahraman filmiydi kesinlikle. Hikayeye gelince, yıllar önce TV dizisi olarak yayınlanan Zebraman isimli dizi, 13 bölüm yayınlandıktan sonra kaldırılır. Öğretmenimiz ise yıllardır Zebraman'i kendi içinde yaşatmış bir hayrandır. Sıradan hayat yaşayan, çocukları ve karısı tarafından adamdan sayılmayan adamımız, geceleri kapılarını kapatarak kendi diktirdiği Zebraman kostümüyle odasında saçma sapan hareketlerle takılmaktadır. Bir gün sınıfına gelen tekerlekli sandalyeye mahkum öğrencisiyle uzun muhabbetlere girer ve onun da Zebraman hayranı olduğunu öğrenir. Bu muhabbetler geliştikçe bir çok gizem ortaya çıkar. Olaylar gelişir. Japonya büyük bir tehditle karşı karşıyadır. Japonya'yı ve dünyayı uzaylılar istila etmiştir ve yıllar önce TV'de yayınlanan Zebraman senaryosunda olan her şey bir bir gerçekleşmeye başlar. Peki Japonya ve dünyayı kurtaracak olan Zebraman kim olacaktır? Tabii ki ezik öğretmenimiz. Bu filmde ABD'ye büyük bir taş atmaktadır Miike. Dünyayı her zaman siz mi kurtaracaksınız ulan deyyuslar. Ama Miike'nin dünyayı kurtarışı bir başka.

Filmin ana teması ise oldukça basit. İstersen, hayal ettiğin her şeyi elde edersin. Yeter ki hayal et ve peşinden koş..