2 Mart 2013 Cumartesi
Uzakdoğu film önerileri
Yine çok uzun zamandır bir şey yazmıyordum.Bu sefer minik bir şey paylaşmak için geldim bloga. Önümüzdeki günlerde film yazmaya, önermeye devam edeceğim.Takipte kalınız :)
Şöyle linkten ulaşabileceğiniz, tüm filmlere kefil olduğum kendi uzakdoğu filmleri listemi paylaşayım.Orası da ara ara güncellenecek tabii ki.
İyi Seyirler şimdiden :)
19 Nisan 2012 Perşembe
Happy Together
Geçtiğimiz hafta izledim bu filmi.Çok uzun süredir, uzakdoğu klasörümde, izlenecekler arasında duruyordu.Kar Wai Wong'un yalnızca 2-3 filmini izlemiş biri olarak kendi kendime söz vermiştim önümüzdeki şu 2 hafta boyunca yönetmenin en çok yorum alan ve beğenilen filmlerini izleyeceğim diye.
Happy Together ile başladım.Öncesinde filme ait ne bir yorum okudum, ne bir sahne gördüm.Trailer bile izlemedim.Yalnızca puanına ve çok da basit olarak konusuna baktım.Önce filmin biraz konusuna değineyim sonra da bende yarattığı etkiye.
Orjinal ismi ''cheun gwong tsa sit'' olan Hong Kong'dan, Arjantin'e kadar uzanan bir hikayeyi anlatan bu film, 1997 yapımı buram buram old school görüntüler taşır.Ana karakterlerimiz Ho Po-wing ve Lai Yiu-fai eşcinsel bir çifttir.Hong Kong'dan Arjantin'e gelerek Buenos Aires'te yaşamaya başlarlar.Aslında amaçları Iguazu Şelalesine gitmektir.Aralarında bir takım sorunlar yaşayan çift, sürekli barışıp, ayrılırlar.Filmin başından itibaren bu durumu defalarca yaşıyoruz.Filmin sonunda ise ''Happy together'' 'ın ne anlama geldiğini anlıyoruz aslında.
Ho Po-wing aslında hep sorunu yaşatan kişi.Hani bazı ilişkiler çıkara ya da anlık hazlara bağlıdır ya.İşte Ho Po-wing karakteri gerçekten böyle bir durumda bu ilişkide.Sürekli sorunlar çıkaran ama sonunda hiç bir şey yaşanmamış gibi ''yeniden başlayalım'' diyen taraf oluyor.Ama ilişkiye başladıktan sonra ise sorumsuzca davranmaya devam eden, sevdiğinin kıymetini de bilmeyen taraf.
Lai Yiu-fai ise ilişkiyi sahiplenen, gerçekten seven, sevdiği kişi ile zaman geçirmekten aldığı hazzı hiç bir şeyde bulamayan, adeta yavrusunu seven, besleyen, kollayan bir anne şefkati ile sevdiği adama bağlanmış bir karakter.Film boyunca Lai yiu'ya üzülüyorsunuz, onun bu ilişkide yaşanan sorunları hak etmediğini düşünüyorsunuz ama gerçekten gerçek hayatta olan ve bir çok insanın yaşadığı şeyleri gözümüze gözümüze sokan Kaw Wai Wong'un bu filmde anlattığı hikayede sizi en çok cezbedecek şeyi size söyleyeyim; Bu ilişkiyi sadece ''Eşcinsel'' kategorisinde değil normal bir ilişki gibi bize aktarmış olması.Yani nasıl desem hani bir çok eşcinsel temalı film vardır.Gay'lerin günlük hayatını, birbirlerini nasıl tavladıklarını irdeleyen ve direk ''seks'' teması ile öne çıkan.İşte bu tam tersi.Ve az çok başınızdan geçen bir ilişkide başınıza benzer şeyler gelmişse, bu film sizi mahvedebilir.
Seks dışında bir insana yemek yapmayı, beraber yemek yemeyi, saatlerce, hiç bir şey yapmadan, tek kelime etmeden anlaşabilmeyi, gözlerinin içine bakabilmeyi, beraber hayattan zevk almayı isteyen taraf Lai Yiu.
Mesela bazı sahneler var spoiler'a girebilir ama anlatmak istiyorum.Misal aşağıdaki sahne'de şöyle bir şey oluyor.Ho po-wing dayak yemiş ve şehirde sığınabileceği tek yer tabii ki Lai yiu-fai'nin yanı.Her ne kadar tekrar bu zorlu ilişkiye başlamak istemese de sevdiği için elinden bir şey gelmiyor ve yine onu kabul ediyor.Günlerce ona bakıyor, yemek yapıyor.Bu sahnede de elleri bandajlı olduğu için sigara içemiyor.Lai yiu sigarasını içerken onun da canının çektiğini görüyor ve sevdiği adamın dudaklarına götürüyor sigarayı.Ho po ise bir fırt alıp mutlu oluyor ve sevgilisinin omzuna yatıveriyor ve ardından Asto piazolla giriyor...
Aslında çok sahne var anlatılması gereken.Ben en iyisi susayım ve size bırakayım hikayeyi.
Film adeta dantel gibi tek tek işlenmiş.Müzikler, geçiş sahneleri, ışıklar, çekim mekanları, Lai yiu'nun sigara içişleri, bakışları, çaresizliğini ve aşkını anlatan sahneleri...
Ve '' Burada ikimiz olmalıydık'' sahnesi ile mükemmel bir film.
Sanırım en kısa zamanda filmi tekrar ve tekrar izleyeceğim.
20 Mart 2012 Salı
Harmony
Afişten de dikkatinizi çekeceği gibi tanınmış bir isim var bu filmde.''Lost'' dizisinden tanıdığımız Yunjin Kim nam-ı diğer ''Sun'' başrolde oynuyor.
Harmony, farklı suçlar nedeni ile ceza evine düşmüş, bir arada yaşam mücadelesi vermeye çalışan kadın mahkumların hikayesini anlatan bir dram filmi.Yunjin kim ise ceza evine girdiği sırada hamile olması nedeni ile bebeğini ceza evinde doğurur.Yasalar gereği 18 aylık iken bebek evlatlık verilmek zorundadır ve bebeğini dışarıda bir gün olsa bile görebilmek için ceza evindeki kadınları ikna ederek bir koro kurar.Ne şans ki yıllar önce koro şefliği yapan bir mahkum bulunmaktadır koğuşlarında.Bu koro tüm kadın mahkumların hayatını değiştirmeye yetmiştir.Her anları beraber ve uyum içinde geçmeye başlamış, aralarında anlaşmazlık olan mahkumlar bile dostluk adımları atmışlardır.Sesi kötü olan, kendine güvenemeyen mahkumlar yüreklendirilerek herkese koroda bir görev verilmiştir.Bu sayede Yunjin kim, bebeğini bir kere bile olsa dışarıda görmek hayali ile yanıp, tutuşur.
Kurdukları grup ceza evi yönetimini de etkilemiş, dışarıda konserler bile vermeye başlamışlardır.
Dram severlere önerebileceğim bir film.Her ne kadar daha iyi olabilir gözüyle baksam da, hikaye de yer yer kopukluklar olsa da bütününde sevebileceğiniz bir film olarak düşünüyorum.En azından mücadele, hayattan vazgeçmeme, bulunduğu koşullara boyun eğmeyen insanları anlatan bir film olması nedeni ile izlenmeye değer.
2 Şubat 2012 Perşembe
Antarctic Journal
Bu sefer önereceğim filmin orjinal adı Namgeuk-ilgi , Antarctic Journal olarak da biliniyor.2005 yapımı, Güney Kore Sineması'na ait bu film bir doğa yolculuğunda gelişen olayları konu ediniyor.
Kısaca filmden bahsedecek olursak, Antartika'ya giderek, soğukluğu -80° C'de olan erişilemeyen bölge olarak bilinen yere doğru gitmeye çalışan 6 Güney Kore'li dağcının başından geçen olayları anlatıyor.Dağcılar, 6 ay süren gün batımı dönemi gelmeden önce bu bölgeye ulaşarak, yolculuklarını tamamlamak istiyorlar.
Yolculuk sırasında bir arkadaşlarının zor şartlar sonucunda hastalanması ve geride kalması sebebi ile kaybediyorlar.Bu olayın yaşanması gizemli olayların başlangıcı oluyor.
Yıllar önce bu bölgede, aynı amacı gerçekleştirmek isteyen İngiliz dağcılara ait eşyalar ve hatta birisine ait bir ceset buluyorlar.Bir adet de bu macerayı anlatan, ama sayfaları okunmayan bir günlük buluyorlar.
Zor hava koşulları nedeni ile merkez ile bağlantılarını kaybediyorlar.Bu arada bir arkadaşlarını daha kaybeden ekip, yola 4 kişi olarak devam ediyor.Bir yandan bu noktadan sonra yolculuğa son vermek isteyen dağcılar varken, bir yandan da onlara karşı çıkan ve sonuna kadar bu yolculuğu sürdüreceklerini söyleyen Choi Do arasında çekişmeler baş gösterir.Filmin ilerleyen sahnelerinde Choi Do'nun bu yolculuk sırasında nasıl başka bir insan haline geldiğini, kendini kaybettiğini, ve ekip arkadaşlarını nasıl bir durum içine soktuğunu görmek mümkün.(Daha fazla detay vermeyeyim, yoksa spoiler yumurtlayacağım:) )
Başrol oyuncusu Kang-ho Song'u bir çok Güney Kore filminden tanıyoruz.(The host, Memories of murder, Sympathy for Mr. Vengeance, Thirst vs.) Canlandırdığı karakter her ne kadar filmin ilerleyen sahnelerinde insanı rahatsız etse de, rolünün hakkını verdiğiniz söyleyebiliriz.Fakat film hakkında tek eleştirim filmin sonunun çok boş bırakıldığı.Beklemediğim şekilde bağlanmadı maalesef.Senaryo burada çok zayıf kalmış.Joon-ho Bong böyle yapmazdı ama inanın çok şaşırdım.
Yine de güzel bir psikolojik-gerilim sizi bekliyor.
5 Haziran 2011 Pazar
A Barefoot Dream (2010)
Filmimizde Koreli aktörler haricinde, geriye kalan tüm oyuncular acemidir.
Filmimiz Koreli bir antrenörünün ve Doğu Timor'daki oyuncularından esinlenerek hazırlanmıştır.
Kim Won-gwang para kazanmak için borç alıp Endenzoyada bir fabrika kurmuş olmasına rağmen kandırılmış ve iflas etmiştir. Yeni bir iş için Doğu Timora giden Kim Won-gwang kandırılman eşiğinden Kore büyük elçiliğinde çalışan Park kurtarmıştır. Büyük umutlarla gelen Kim Won-gwang hayal kırıklığına uğramış olmasına rağmen boş bir arsada yalın ayak futbol oynıyan
çocukların maçını seyretmeye başlar ve aklına bir fikir gelir. Bu fikir Spor ürünlerinin satıldığı bir dükkan açmaktır. Lakin unuttuğu birşey var halkın bir ekmek bile almaya gücü yokken,
pahalı malzemeleri nasıl satın alabileceği? Günde bir dolar karşılığında oyunculara ayakabı satmayı planlar. Tekrar hayal kırıklığına uğrayan Kim Won-gwang bu seferki amacı Ramos, Mottavio, Dooa ve diğerlerini aynı takımda hazırlayıp Hiroşima'daki 30. Rivelino Kupasında oynatmaktır.
25 Mayıs 2011 Çarşamba
10 Adet Uzakdoğu Sinemasına Bir Bakış

Invitation Only
Izo

Neighbour No.13

Memories Of Matsuko

Matsuko’nun başından geçenlerin anlatıldığı film, resmen epik bir destan. Hayat, insanlar, sevdiği tüm insanlar darbelerini indirmiştir Matsuko’nun yüreğine. Ama o her seferinde sevmekten vazgeçmemiştir. Karşılıksız sevmiştir. Bir kamyon dolusu dayak yerken bile sevdiğine inanılmaz bağlanmıştır. Bu bir kadının hikayesi. İçinde bağlılık da var, yalnızlık ağıtı da. Bir hayat bir başkası için değiştirilmemelidir, birey olmak önemlidir ama Matsuko bunu bir türlü başaramamıştır. Koşulsuz sevmek ve her şeye rağmen affetmek Tanrı’ya özgüdür ama, Matsuko’nun hayatına göz attığınızda, onun yaratıcından ne eksiği olduğunu göreceksiniz. Muhteşem, muhteşem, muhteşem..Özellikle yüzü bir türlü gülmeyen babasını mutlu etmek için Matsuko’nun yaptığı bir mimik vardır ki, sırf babası mutlu olsun diye yıllar boyu o hareketi yapması ve bazen delilikle suçlanması muazzam bir andır. İşte o meşhur hareket:

Yatterman
The Message (Feng Sheng)

Bodyguards And Assassins

Tonari no Totoro (My Neighbour Totoro)

Totoro adı verilen devasa ama oldukça sevimli olan sadece çocuklara görülen bir orman perisiyle, annelerinin hastalığı nedeniyle üzüntülü olan iki küçük Japon çocuğunun başından geçenlerin anlatıldığı hikaye, bu iki kızın babalarıyla yeni bir köye taşınmalarıyla başlar. Öyle fantastik ve sevimli öğeler içerir ki “kedi otobüsü” gördüğümde, özellikle içindeki o rahatlığa şahitlik ettiğimde şok geçirmiştim. Miyazaki Hayao babanın bir çok anime filmi kusursuza yakındır. Hatta kusursuzdur. Spirited Away ve Princess Mononoke diğer bilindik eserleridir. Özellikle Princess Mononoke’deki orman perileri de beni benden almıştı. Muazzam sevimli karakterler yaratıyor Miyazaki baba.. Eğer canınız sıkılmışsa, depresyona girmişseniz ve yaşam sevincinizi kaybetmişseniz alın başa izleyin. Tekrar tekrar izleyin..
Gel de dişleme ulan!!! Baldırına baldırına geçireceksin dişlerini, bezini yesinler ulan bebiş :)


Zebraman

Filmin ana teması ise oldukça basit. İstersen, hayal ettiğin her şeyi elde edersin. Yeter ki hayal et ve peşinden koş..
20 Nisan 2011 Çarşamba
Finding Mr. Destiny ( Kim Jong-ok Chatgi ) 2010
Filmin Adı: Finding Mr. Destiny
Orjinal Adı: Kim Jong-ok Chatgi
IMDB Puanı: 6,1
IMDB Linki: http://www.imdb.com/title/tt1826714/
Yönetmen: Yu-jeong Jang
Yıl:2010
Ülke: Güney Kore
Tür: Dram, Romantik Komedi
Yine 2010 yapımı güzel bir film tavsiyesi ile devam ediyoruz.
İzlemek ve indirmek için linkini google'da kolayca bulabileceğiniz film hakkında biraz bilgi verelim.
Başrol oyuncumuz olan sevimli mi sevimli Seo Ji Woo, geçmiş dönemlerde yaptığı bir Hindistan gezisi sırasında kendisi gibi güney kore'li olan Kim Jong-Ok ile tanışır ve Hindistan'daki günlerini kendisi ile geçirerek, aşık olur.Yıllar sonra bile bu yaşadığı günleri ve Kim Jong-Ok'u unutamaz.
Bu arada girişimci bir genç tarafından ''Finding Your First True Love Company'' adında bir şirket kurulur ve amaç herkesin yıllar önce yaşadığı, izini kaybettiği aşkları bulmaya yöneliktir.
Seo Ji Woo babası tarafından bu firmaya yönlendirilerek, kendisi istemese de ilk aşkını bulmak için zorlanır.İlk aşkını bulabilmek için ufak tefek tüm ip uçlarından yola çıkarak hemen hemen tüm Güney Kore'yi bu şirketin kurucusu olan genç ile dolaşmaya başlarlar.Bu arada bu yolculukta ikili arasında da bir etkileşim söz konusudur.
Çok tatlı, sıcak ve samimi olan bu filmde sıkılmanız söz konusu bile değil.Çok renkli ve canlı sahneler var.Müzikal görüntüleri, Hindistan güncesi vb. sahneler oldukça başarılı.
Dipnot olarak bu film 2006 yılında Güney Kore'de gösterilmeye başlanan ve başarılı olan Kim Jong-Ok Chatgi müzikalinin sinema uyarlaması imiş.
Benim puanım 7/10.
İyi Seyirler.
13 Nisan 2011 Çarşamba
A Petal (Ggotip) 1996
Filmin Adı: A Petal
Orjinal Adı: Ggotip
IMDB Puanı: 7,6
IMDB Linki: http://www.imdb.com/title/tt0114119/
Yönetmen:Sun-Woo Jang
Yıl:1996
Ülke: Güney Kore
Tür: Dram
Torrent: http://www.asiatorrents.com/index.php?page=torrent-details&id=df2080ace3ca3d9f1ec301db19ba048aaaa94b2a
Gerçek olaylardan esinlenilerek yazılmış bir hikaye...
Film, aklını yitirmiş ve kimsesiz olan bir genç kızın, başı boş olarak sokaklarda dolaşırken, yolda gördüğü bir adam'ın peşine takılması ile başlıyor.
Flashback'ler ile hikayenin tamamını öğrenebildiğimiz bu filmden bahsedecek olursak, 1980 yılında, askeri darbenin yönetime el koymasının yıl dönümünde yaşanan, yapılan protestolarda askerlerin yüzlerce göstericiyi katlettiği Gwangju katliamında, Annesi öldürülen genç kızın bu olaylar sonrasında tamamı ile değişen yaşamından bahsetmektedir.Annesinin öldürülme anı, kendisinin de içinde bulunduğu katliam anlarının görüntüleri gözünün önünden gitmemektedir.Olaylardan sonra evsiz, kimsesiz kalan ve akli dengesini de yitirmiş olan kızın kötü muameleye ve de defalarca tecavüze maruz kaldığını film boyunca izliyoruz.
Yaşanan siyasi olayların bir hayatı ne derecede ''kötü'' olarak etkileyebileceğini Yönetmen bu filmde yeterince gözler önüne sermiş.Gösterildiği yıllarda bir çok festival'den ödüllerle dönen bu filmi şiddetle tavsiye ediyorum.
Puanım 8/10.
İyi Seyirler.
11 Nisan 2011 Pazartesi
Secret Garden (Sikeurit Gadeun)

Eğilmiş, prensi alnından öpmüş.
Önce hançere, sonra prense bakmış
Birden kızın elindeki hançer titremeye başlamış.
Hançeri dalgalara fırlatmış.
Güneş ışınları denizi aydınlatıyorken
denizkızı kendini sulara bırakmış...
..ve denizkızı, denizdeki
su kabarcıklarından biri olmuş.
Küçük deniz kızı gökyüzüne
doğru çıkıp yok olmuş.
Hayat her yönüyle fena halde savaşa benzer. Mücadeleye benzer. Karun gibi zengin olsanız da, tek göz odada yaşayan fakir bir insan olsanız da bir çok problem yakanızı bırakmaz. Bazen hiçbir şey istediğiniz gibi olmaz. İnsanoğlu seçimleriyle yaşar. Önünüzdeki seçimlerden birini seçmeniz demek, diğer tüm seçenekleri öldürmeniz demek. Tek vuruşluk bir haktır bu ve bu yönüyle fena halde ‘golden shoot’a benzer. Tercih edilmeyen seçenekler için son vuruşu yapmışsınızdır. Duyumsadığınız sevgi ve aşk da bu problemlerden biridir. Karun gibi zengin olmanız, delicesine bağlandığınız fakir bir insana sorunsuz sahip olabilmenizi sağlamaz.
Lewis Carroll, Alice ve beyaz tavşan karakterini yarattığında, eserinin dünyaya damga vuracağını ve bir çok felsefi alanda didik didik incelenip, bir çok hayat sekmesinde öncü olarak dikkate alınacağını biliyor muydu, orası muammadır. 19. yüzyılda yaratılmış bir eser yıllarca irdelendi. Beyaz tavşanın peşinden koşturan nice insanoğlu oldu. Olaya basit gözle bakanlar için Alice bir çocuk karakteri, öykü de bir çocuk öyküsüdür. Ama gerçek öyle değildir. Bu öykünün içinde hayatın gizemleri yatar. Seçimlerimiz yatar.Neyi tercih ettiğimiz, hayatımızı nasıl yaşayacağımız, gerçek ile hayal gücü arasında dünyaya nasıl sarılacağımız söz konusudur. Bazılarımız için hayal gücü gerçeğin de ötesidir. Hatta gerçeğin ta kendisidir. Hayallerimizde yaşarız ve gerçekleri yaşayanlardan daha mutluyken buluruz kendimizi. Alice gibi hayallerinin peşinde koşanlar kendi tercihlerini yapmışlardır. İnsanüstü bir yaşam kuyusunun içine düşmüşlerdir.
Aşk hiç ama hiç kolay bir şey değildir. En zor savaşlardan biridir. Alice, Beyaz Tavşan’a nereye gideceğini sorduğunda, Beyaz Tavşan istediği yere gidebileceğini söylemişti. Alice bir türlü emin olamamıştı. Gideceği yer neresiydi? Nereye gitmeliydi? Beyaz Tavşan, bunu kendisinin seçmesi gerektiğini söylemiş ve hangi yolu seçerse seçsin yola devam edeceğini ve gitmesi gereken yere gideceğini söylemişti. Çünkü hangi yolu seçerseniz seçin, ulaşacağınız bir nokta vardır.
Ya da deniz kızı gibi su kabarcıkları arasında kaybolur gidersiniz. Bir hayatı yaşamak, bir aşkı yaşamak bazen denizkızı olmayı gerektirir. Hayatta var olmanıza rağmen aslında yok olmanızı gerektirir. Oradasınızdır ama yoksunuzdur.
Peki bunca kelamı neden ettim? Denizkızı’ndan girip neden Alice’den çıktık? Neden fantastik dünyalara yol aldık ve Denizkızı ile birlikte bilinmeze yol aldık?
Hepsi Secret Garden adı verilen, ölümcül bir Güney Kore dizisi yüzünden.. Kim Joo Won, harika görünüşlü fakat kibirli ve çocukça bir adamdır. Gil Ra-Im ise gözde aktrislerin bile kıskandığı, savaş sanatları bilgisi olan aksiyon filmlerinin dublörü olan bir kızdır. Kim Joo Won bir karun kadar zenginken, Gil Ra-Im tek göz odada yaşayan fakir bir kızdır. Bir gün yolları kesişir bu ikilinin ve hayatları o noktadan sonra eskisi gibi olmayacaktır. Bir savaş başlamıştır. Aşk savaşı ve mücadelesi.. Bir gün tuhaf bir eve girerler. Evdeki yaşlı kadın onlara içmeleri için likör ikram eder. Ertesi gün ikili uyandıklarında, bedenleri ve ruhlarının yer değiştiğini görürler.
Bu ikilinin yaşamları fantastik bir yolculuktur aslında. Aşklarını en güzel ifade edebilecek şey Denizkızı öyküsüdür. Sık sık okudukları “Alice Harikalar Diyarı’nda” eseriyle birbirlerine atıfta bulunurlar yaşamlarında. Bu öyle zor bir aşk öyküsüdür ki, birinin su kabarcıkları gibi patlayıp yok olması gerekebilir. Zor bir yaşam yaşaması gerekebilir. Bu iki harika öyküye atıfta bulunan dizi, bu muhteşem fantastik dokumalarını insanüstü yoğun ve duygusal müziklerle birleştirdiğinde şu an yaşadığınız hayattan kopup gittiğinizi görüyorsunuz. Aslında bu diziyi izleyenlerin her biri Alice’dir. Alice gibi kuyuya düşmüş ve hayallerinde yaşamaya başlamıştır. Bu diziye gömüldüğümde derin kuyuya düşüyor ve hayallerin içindeki gerçekliklere ulaşıyorum. İnanılmaz mutlu oluyorum. Vurucu sahnelerde hemen araya giren o müziklerle ise neye uğradığımı şaşırıyorum. Karakterler güldüğünde gülüyor, ağladığında ağlıyorum. Saflığın ve masumiyetin dokunuşlarını duyumsuyorum; alnımda, kalbimde ve beynimde. Dizinin çekildiği bazı mekanların cennet dokumaları tadında olması vurucu bir etkide bulunuyor. Tıpkı Alice’in yolunu kaybettiği orman gibi.. Hiç bitmesin istiyor insan. Bu öykü hiç bitmesin istiyor..
Dizinin müzikleri için sayfalar dolusu yazmak lazım. Bunca duygu yoğunluğunu bu kadar birebir kapsayan ve cuk diye oturan nadide şaheserleri yazabilmek insanüstü bir ruh hali olsa gerek. Hiç tarzım olmamasına rağmen bu müzikleri o sahnelerle izlediğimde gözyaşlarıma hakim olamadım.
20 bölümlük dizi, özellikle onlu bölümlere geldiğinde dayanılmaz bir ruha haline bürünüyor. O bölüme kadar sürekli gülen, eğlenen, kopan sizler, büyük bir duygusal fırtına ve hayaller dünyasında koşturmaya başlıyorsunuz. Kaldıramıyorsunuz. O yoğunluğu kaldıramıyorsunuz..
Güney Kore görsel sanatında ince bir nüans var. Büyük bir masumiyet ve saflık var. Müthiş bir oyunculuk var. Onlu bölümlere geldiğinde her bölümüyle “A Moment to Remember” tadını almaya başlıyorsunuz. Misal bu filmi dış mihraklar yapsa aynı etkiyi alamazsanız. Bu Güney Korelilerin DNA’sına nüfuz etmiş hastalıklı bir ruh hali olsa gerek. Bu DNA yapısı size evriliyor. Sanat denen şey budur diyorsunuz..
Kim Denizkızı olacaktır? Kim Joo Won mu, Gil Ra-Im mi?
Dizi boyunca iki ana karakterin birbirlerine atıfta bulunduğu ve aşklarını ifade ettikleri Denizkızı öyküsü nedir peki?
Denizkızının, su kabarcıklarından biri olup ölmemesi için ya prensin ya da denizkızının ölmesi gerekiyor. Büyücü bir hançer verip güneş doğmadan önce prensin kalbine saplamasını söyler: “Kanı senin ayaklarını ıslatınca tekrar denizkızı olabileceksin. Köpük haline gelmeden üç yüz yıl yaşayacaksın. Aman acele et! Gün doğmadan önce ikinizden birinin ölmesi gerek.”
Küçük deniz kızı prensi alnından öper. Önce hançere, sonra prense bakar. Kıyamaz. Derken vakit dolar. Birden kızın elindeki hançer titremeye başlar. Hançeri hızla, uzaklara, dalgalara doğru fırlatır.
Güneş ışınları dalgaları aydınlatıyordur. Vücudu hemen eriyiverir. Köpük haline gelir. Köpükler üzerindeki, minik baloncuklardan biridir artık. Bütün baloncuklar havada uçuşuyordur.
Küçük deniz kızı yükseğe, hep daha yükseğe çıkar. Köpükten ve diğer baloncuklardan uzaklaşır.
-“Nereye gideceğim şimdi?” diye sorar, kendi kendine.
-“Gök kızlarının yanına”, der baloncuklardan biri. “Gök kızlarının yanında üç yüz yıl insanlar için iyilik yapabilirsen tekrar insan olabilirsin.”
Gök kızlarının yanına doğru yükselirken doya doya ağlar. Prense son kez bakıp gülümser. Diğer baloncuklarla birlikte, geminin üstünden geçen bulutlara doğru hızla yükselip kaybolurlar.
Hayat gizemli bahçede kaybolmak gibi değil midir zaten? Bu dizi belki de dünyanın en iyi dramalarından biri. Beni Six Feet Under kadar yerin dibine gömmüş bir mükemmellik..
Ve işte dizinin o ölümcül parçaları.. Hiç tarzım olmamasına rağmen beni yıkan bu parçaları, dizinin yoğunluğuna bağlamak lazım..
10 Nisan 2011 Pazar
The Chaser (Chugyeogja) 2008
Filmin Adı: The Chaser
Orjinal Adı: Chugyeogja
IMDB Puanı: 7,9
IMDB Linki: http://www.imdb.com/title/tt1190539/
Yönetmen: Hong-jin Na
Yıl:2008
Ülke: Güney Kore
Tür: Dram, Polisiye, Gerilim
Torrent: http://torrentz.eu/search?f=the+chaser
Uzun zamandır izlemek istediğim ama bir türlü zaman bulamadığım film idi ''The Chaser''.Ankara ziyaretimde Atilla abi ile bu filmi açtık ve anında ikimiz de ekrana kilitlendik.Öyle ki filmin ne kadar uzun olduğu hiç umrunuzda olmuyor, hikaye o kadar akıcı ki her dakika merak duygusunu da pompaladıkça pompalıyor.Sürekli ''oha, yuh, vay şerefsiz, ulan şu o.ç. bir yakalayamadılar, laayynnnnn arkana bak, dikkat et'' şeklinde geçti 125 dakikamız.
Yine filmden kısaca bahsedecek olursak eski polis memuru Joong ho, yeni yaşamında kadın satıcısı olmuştur ve onun için en önemli şey yalnızca paradır.Son aylarda kendisine bağlı tele kızlar yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştır.Son olarak yine bir kızın kaybolması ile bu duruma iyice sinirlenir ve bu işin peşine düşer.Aklında kızlarını birinin kaçırdığı ve onları sattığı fikri vardır fakat olayın içerisine girdiğinde bambaşka durumlarla karşılaşır.Kaybolan kızlarla bağlantılı bir isim bulur ve kendisini bir çıkmazın içine sokar.
Filmde sağlam bir şekilde Güney Kore hükümetine, polisine, adalet sistemine çok iyi göndermeler var.Özellikle polisin göstermiş olduğu duyarsızlığın, sorumsuzluğun bir çok cana mal olacağını film gözümüze sokuyor.Para'dan daha önemli şeylerin de olduğunu, insan hayatının bu kadar ucuz olmaması gerektiği filmde altı çizili olan noktalar.Bu arada Güney Kore'de bir dönem gerçekleşen Tele kız cinayetlerinden etkilenilerek bu film çekilmiş.
Bu türde, Memories of a Murder filminden sonra favori olarak gösterilmesi de filmin başarısını kanıtlıyor.Bu arada klasik ''katil kim?'' sorusunu sorgulamıyoruz bu filmde.Katil'in kim olduğu zaten belli.Filmdeki ana fikir katil'in katil olduğunun ispatlanması ve de Güney Kore adalet sistemine kanıt sunulmasının önemli olması ki katil'in işlediği suçları itiraf etmesi bile bir kanıt değilken...
Benim puanım 8/10.
İyi Seyirler.
7 Nisan 2011 Perşembe
Neden Kore Sineması?

Bu filmlerde ne hikmettir bilinmez bütün ufolar nevada çölüne düşer, her meteor amerikayı vurur, amerikalılar büyük bir cesaretle yüksek teknolojilerini de kullanıp uzaya mekik gonderir ve meteoru imha eder, işler ters gitse bile “Bunu tüm insanlık için yapmalıyız haydi ya Allah” nidalarıyla mekiğin direksiyonunu meteorun üstüne kırar :) Aslında benzer çok şey yazılabilir bu saçmalıklar hiç bitmez..
İnsanların bilinçaltında aslında hiçbir zaman varolmayan bir “Amerikan Rüyası” vardır. Bunun nedenide kesinlikle amerikan propagandasını yapan amerikan filmleridir. Nedir amerikan rüyası ? yada biliçaltımızda neler var?

Plajlarda paten kayan güzel genç kızlar,genç ve güzel/yakışıklı doktorlar, avukatlar, öğretmenler, öğrenciler aşşağılık zenciler vs gibi hiçbir zaman var olmamış bir ütopya...
Hele hele özellikle son yıllarda oscar ödüllerindeki yahudi kayırmaları; “ezilmiş, hor görülmüş, soykırıma uğramış israil ırkı” temaları hollywood yapımı filmlerden sinemaseverleri soğutmaya yeterli olmuştur sanırım..
Amerikayı ve hollywood’u bu kadar yerden yere vurduktan sonra neden kore sineması diyoruz yada neden böyle bir site açmaya ve paylaşım yapmaya karar verdik sorusuna gelelim.
Yaklaşık 1,5 - 2 yıldır güney kore sinemasını takip eden biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim şu an dünyanın en başarılı özgün içten sinemasını güney koreli yapımcılar ve yönetmenler yapıyor. Jun ji hyun‘un Windstruck‘uyla başlayan güney kore maceramız bizi bu siteyi açmaya kadar getirdi. Sözü daha fazla uzatmiyoruz ve “güney kore rüyası” na hoşgeldiniz diyoruz...
Not: Bu yazı tarafımca 2009 yılında Koresinemasi.com için yazılmıştır.
6 Nisan 2011 Çarşamba
Daisy (Deiji) 2006
Orjinal Adı: Deiji
IMDB Puanı: 7,3
IMDB Linki: http://www.imdb.com/title/tt0468704/
Yönetmen: Wai-keung Lau
Yıl:2006
Ülke: Güney Kore&Hong Kong
Tür: Dram, Romantik
Torrent: http://torrentz.eu/3d19d4b0ce359d
cac9262c3ef974603bbda08e6e
Güney Kore'nin dram türünde çok güzel ve özel filmlerinin olduğunu sanırım bilmeyen yoktur.Tavsiye üzerine kısa zaman önce izlediğim ve hayran kaldığım bu film ile ilgili bir kaç kelam edelim, izninizle.
Film hakkında kısaca bilgi verecek olursam; Başrol oyuncularımızdan biri olan Hye-Young, Amsterdam'da yaşayan, geçimini şehrin meydan'ında resim yaparak ve kendi tablolarını satarak kazanmaktadır.Diğer başrol oyuncumuz Park Yi (Woo sung-Jung) ise uyuşturucu ticareti yapan bir mafya'nın kiralık katilidir.Park Yi bir gün papatya tarlasında resim yaparken gördüğü Hye-Young'a aşık olur ve kendisini takip ederek resim yaptığı meydan'ın karşısında bir daire kiralayarak her gün kendisini izlemekte ve de çalıştığı yere her gün papatya bırakmaktadır.Bu arada bir türlü kendisini gösterme cesareti bulamaz.Hye- Young ise her gün karşılaştığı bu manzara ile sevinmekte ve de bu esrarengiz kişiye git gide aşık olmaktadır.
Hye young bir gün meydanda elinde papatya olan bir adam görür ve tesadüf eseri 4.15'te orada bulunan adam'ı (bu arada çiçekler her gün 4.15'te bırakılmakta) gizemli kişi zanneder.Halbuki adam Interpol adına çalışan ve uyuşturucu mafyasının peşinde olan bir polistir.Meydan'daki tanışma sonrasında polis'te Hye Yong'a aşık olur.Fakat bu üçlü için zorlu bir süreç başlamış, içinden çıkılması zor bir dönemece sokmuştur.
Bu filmde hayranlık uyandıracak noktalar öykünün Amsterdam'da geçiyor olması. Özellikle yönetmen çekimleri büyük bir titizlikle tamamlamış.Seçilen mekanlar, özellikle açık alanlar (papatya tarlası, Haarlem meydanı gibi), Müzikler, Aşk'ın yine en saf hali ve tabii ki başroldeki iki isim.
Yine aşkın, umudun, beklemenin en güzel anlatıldığı filmlerden biri ''Daisy''. Başroldeki kızın masumiyeti, Woo- Sung Jung'un büründüğü katil profili'nin ardında yatan ''beyaz atlı prens'' gerçeği.Filmin sonlarına doğru göreceksiniz bu aşk üçgeninde iyi-kötü rolleri epey değişiyor.Şaşırtan ve sevilen kısmı da bu sanırım.''Klasik'' bitmemesi.
Benim puanım 8/10.
İyi Seyirler.